Her yazar, ardında bir iz bırakmak ister. Ama iz bırakmanın yolu, yalnızca satır doldurmak değil; satırlara ruh üflemektir. Remzi Yıldırım, işte bu nadir kalemlerden biridir. Onun yazılarında kelimeler sadece anlam taşımaz; kokusu, rengi, sıcaklığı, hatta sesi vardır. Bir haberin soğuk verileri onun elinde canlanır, bir köşe yazısındaki fikirler ise okurun zihninde yankılanan dostane bir ses olur.
Remzi Yıldırım’ın kalemi, hem bir tanık hem bir hikâye anlatıcısıdır. Tanıktır; çünkü yaşadığı kentin, ülkesinin ve zamanının hafızasını tutar. Hikâye anlatıcısıdır; çünkü gördüklerini kuru bir kayıt defteri gibi değil, insanın kalbine dokunan bir dil ile aktarır. Onun satırlarında bir köy çeşmesinin serinliği, bir şehrin meydanındaki kalabalığın uğultusu, bir taziye evinde sessizce akan gözyaşının ağırlığı vardır.
O, yazarken yalnızca kalemini değil, yüreğini de masanın üzerine koyar. Haberci gözüyle gördüğünü, ozan yüreğiyle yazar. Bu yüzden Remzi Yıldırım’ın yazıları hem gerçeğin soğuk yüzünü hem de insanın sıcak soluğunu taşır. Bir cümlesiyle düşünmeye, diğer cümlesiyle hissetmeye davet eder.
Bazen tarihin taş sokaklarında dolaşır onun kalemi; unutulmuş hikâyeleri yeniden gün yüzüne çıkarır. Bazen bugünün en sıcak gündeminin tam ortasına girer; halkın sesi olur, sessizlerin sözcüsü olur. Her iki durumda da yaptığı şey aynıdır: Unutmamak ve unutturmamak.
Remzi Yıldırım, sadece olayları yazmaz; arka plandaki hikâyeyi, görünmeyen yüzleri, sessiz kahramanları da anlatır. O, geçmiş ile bugün arasında bir köprü, şehir ile insan arasında bir elçi, gerçek ile vicdan arasında bir aracıdır.
Bugün elinizde tuttuğunuz satırlar, yalnızca bir yazarın cümleleri değil; bir ömrün, bir inancın, bir memleket sevdasının izleridir. Remzi Yıldırım’ın yazdıkları, yalnız bugünü anlamak için değil, yarını inşa etmek için de okunmalıdır. Çünkü o bilir ki kalem, vicdanın sesini duyurabildiği sürece değerlidir.
Ve biz de biliriz ki onun kalemi, bu sesi duyurmayı sürdürecektir…
Bir ömrü kâğıda sığdırmak zordur. Hele o ömür, şehrin en dar sokağından ülkenin en büyük meydanına kadar uzanmışsa… Remzi Yıldırım’ın hikâyesi tam da böyle başlar: Küçük yaşlarda dinlediği köy hikâyeleriyle, şehirde gördüğü büyük olayları aynı defterin sayfalarına yazmaya çalışarak.
Eski bir siyah-beyaz fotoğrafta, ince uzun bir defterin başında oturan bir çocuk vardır. Elinde kurşun kalem, yüzünde kararlı bir ifade… O çocuk, daha o günlerde kelimenin büyüsünü keşfetmiştir. Yazdıkları henüz gazeteye değil, belki de yalnızca kendi hayal dünyasına gider; ama tohum toprağa düşmüştür.
Gazeteciliğin Çıraklık Dönemi
Remzi Yıldırım’ın gençlik yılları, yerel gazetelerde haber kovalayarak geçer. Bir gün belediye basın toplantısında, ertesi gün köydeki düğünde; kimi zaman bir festivalin renkli kalabalığında, kimi zaman bir taziye evinin sessiz hüznünde… Fotoğraf makinesi boynunda, not defteri cebinde; hem gördüğünü yazar hem de hissettiğini saklar. Çünkü bilir ki, her haber bir insana, her insan bir hikâyeye, her hikâye ise bir hatıraya dönüşür.
Kalemin İmzası
Onun yazılarında hep bir “Remzi Yıldırım” imzası vardır. Cümleleri okuyan, kimin yazdığını bilmeden bile tanır. Çünkü o, soğuk bir haberi bile sıcacık bir anlatıma dönüştürür. Kimi zaman bir köşe yazısında şehrin sorunlarını dile getirir, kimi zaman tarihin derinliklerinden bir kahramanı bugüne taşır.
Halkın Nabzı, Zamanın Tanığı
Remzi Yıldırım’ın kalemi, yalnızca bugünü yazmakla kalmaz; yarına da not düşer. Bir gün Adana’nın dar sokaklarını anlatır, ertesi gün Anadolu’nun bir başka köşesindeki unutulmuş hikâyeyi gün yüzüne çıkarır. Her yazısında bir amaç vardır: Unutmamak ve unutturmamak.
Bir Fotoğraf, Bir Anı, Bir Cümle
Kitabın sayfaları ilerledikçe, okur onun fotoğraflarına rastlar. Kimi bir basın toplantısında çekilmiş, kimi bir köy kahvesinde; bazısı eski bir gazete kupürü, bazısı kendi el yazısıyla tutulmuş notlar… Her görsel, yazıya yeni bir derinlik katar. Çünkü Remzi Yıldırım’ın hikâyesi yalnızca kelimelerden değil, anıların dokusundan da örülmüştür.
Ve biz biliriz ki… O, yazmaya devam ettiği sürece bu hikâye bitmeyecek.
Çünkü kalem, vicdanın sesini duyurabildiği sürece değerlidir.