Tarih, kanla yazılmış satırlardan ibaret değildir sadece. Bazen bir annenin gözyaşında, bazen bir çocuğun avucuna sıkıştırılmış taşta, bazen de kalemiyle zulmün üzerine yürüyen bir şairin dizelerinde saklanır. Yüzyıllardır süren bir acının adı Filistin’dir. Babil’den bugüne taşınan, Nil’in kıyısında başlayan, Kudüs’ün taş sokaklarında yankılanan ve her defasında yeniden kanayan bir yara...
Kudüs’ün göklerinde ezan ve çan birlikte yankılanırken, toprakların üzerine düşen ilk barut kokusu tarihin seyrini değiştirdi. Her işgal, her sürgün, her bombanın ardından dünya sustu; ama anneler susturulamadı, çocukların çığlığı susturulamadı. Ve tarihin diliyle konuşan şairler, zulmün üzerine hakikati haykırdı.
Koray Feyiz’in kaleminden dökülen dizeler, yalnızca bir şiir değildir. O dizeler, öldürülen çocukların kanıyla yazılmış birer mezar kitabesidir. Şair, tarih adına konuşur; çünkü tarih, gerçeği saklamaz. Katilin adını da, mazlumun çığlığını da kaydeder.
Bugün Filistin sokaklarında dolaşan rüzgâr, bir kız çocuğunun örgülü saçlarını dalgalandırırken, aynı rüzgâr şairin dudaklarına "Katil İsrail!" diye haykırtır. Her evin yıkıntısında, her duvarın gölgesinde, taşlara sinmiş her kan lekesinde bu haykırış vardır. Tarih, işte bu sesle direnir; çünkü şiir, zulme karşı dikilmiş en kadim bayraktır.
Ve şimdi, tarihin diliyle yazılmış o şiir, insanlığın hafızasına kazınmak üzere bir kez daha yankılanıyor.
Katil İsrail – Koray Feyiz
Sokak: bir çocuk ölüsü kadar uzuyor,
beyaz bayraklar kara kuşlara asılmış.
Bir ses - yeryüzünün en eski yankısı - bağırıyor:
Katil İsrail!
Kum, gözyaşını taşır,
taş, alnına çivilenen harfleri.
Babil’den kalma bir kâbusun içinde,
dil paramparça,
annelerin memesi kurutulmuş,
çocukların gülüşü betonla gömülmüş.
Her ev: bir mezar taşına dönüşüyor,
her harita: kanın kendi sınırını çizmesi.
Tel örgülerde asılı duran rüzgâr,
rüzgârda Filistinli bir kızın saçları -
ölümün en güzel şiiri hâlâ yazılmamış.
Ben burada,
yani harflerin kanadığı yerde,
tarihin gövdesini yaran bıçakla konuşuyorum:
Katil İsrail!
Gözümde sen,
ne Musa’nın asası,
ne Kudüs’ün gümüş gövdesi,
sadece paramparça bedenler için kurulmuş
bir mezbaha devleti.
Ve şiir,
ancak toprağa düşen şairlerin nefesiyle,
ancak gökyüzünü delen füzelerle,
ancak taş atan bir çocuğun avucundaki yıldızla
yeniden yazılacak!